Tarhan, maneviyatın ruh sağlığı üzerindeki etkilerine ilişkin yaptığı açıklamada, son yıllarda özellikle 2000’li yıllardan sonra yapılan araştırmalarda küresel olarak maddi refahın artmasına rağmen manevi refahın paralel oranda artmamasının dikkati çektiğini aktardı.
Üsküdar Üniversitesi’nden yapılan açıklamada görüşlerine yer verilen Tarhan, yapılan beyin çalışmalarının çoklu zeka kuramını doğruladığını belirterek, “Beyinde sosyal beceriler, duygusal beceriler, mantıksal beceriler ile ilgili çeşitli atmosfer olduğu anlaşıldı. Duygusal okuryazarlık, sosyal okuryazarlık gibi kavramlar sosyal körlük, duygusal körlük gibi kavramlar ortaya çıktı. Doğa zekası ve ahlak zekası gibi kavramlar da ortaya çıktı. Yani vicdan duygusu olarak da tanımlanıyor.” ifadelerini kullandı.
Bu zeka türünde olan kişilerle ilgili çeşitli çalışmalar da yapıldığını ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, şunları kaydetti:
“Harvard’ın psikoloji profesörlerinden David McClelland, kendini manevi olarak daha dindar ya da maneviyatı daha yüksek olarak tanımlayan kişilerle, maneviyatla daha az ilgisiz olan kişiler üzerine çok çeşitli çalışmalar yapılmış. Bu kişilerin genel sağlık durumları ve bağışıklık sistemleri karşılaştırılmış. Bir gruba aşk filmi, diğer gruba ise Rahibe Teresa’nın hayatını anlatan bir film izletilmiş. Daha sonra bu kişilerin, kan hücreleri inceleniyor. Bağışıklık sisteminin iyi çalıştığını gösteren T hücrelerinin faaliyetlerini araştırıyorlar. Araştırma sonunda Rahibe Teresa’nın hayatını izleyen grupta T hücre faaliyetinin arttığı görülüyor. Bu ne demektir? Aşk filmi seyredenlerde T hücreleri zayıflıyor ama diğer filmi izleyen kişilerde bir dinginlik, enginlik, rahatlık hissi oluyor. Bu duygular, T hücrelerini yükseltiyor. T hücresinin iyi çalışması bağışıklık sisteminin iyi çalıştığını gösteriyor.”
– “İnanç duygusu ruh sağlığına olumlu etki yapıyor”
Tarhan, kişilerin inanç sistemlerinin onların bağışıklık sistemini etkilediğini belirterek, yapılan çalışmaların da bunu ortaya koyduğunu bildirdi.
Otonom sinir sisteminin, özerk olmadığını ifade eden Tarhan, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Tamamen beyninizdeki kimyasallarla, komutlarla ve kimyasal mesajlarla çalışıyor. Bir kimse ‘savaş-kaç’ durumundaysa, devamlı ‘kötü bir şey olacak’ kaygısı taşıyorsa her an tehlikede hissediyorsa, bir hastalık yaşadığında ‘beni kim yarattı, hangi maddeden yarattı, inorganik maddeden yarattı. Karbon, oksijen, hidrojen, azot bana hesap sormuyor ki o halde öldükten sonra yok olup gideceğim’ diye düşünüyorsa beyni devamlı stres hormonları salgılıyor ve parasempatik sinir sistemi devreye sokulamıyor.
Bu ne demektir vücut gevşemeyi rahatlamayı yapamıyor demektir. Maneviyatı olan kişiler kontrolü sağlıyor yani ‘Bu hayat tesadüfi değil, bu olaylar kendi başına olmuyor’ diye akıl yürütüyor. Yani inanç duygusu ruh sağlığına olumlu etki yapıyor. Kişi önlem aldıktan sonra teslimiyet duygusu önemli. Mesela otobüse bindin kaptana güvenmek zorundasın kaptana güvenmiyorsan uyuyamazsın. Hayatta da insan bu evrenin sahibine güven hissettiği zaman kişi orada kendini rahatlatabiliyor. Kişinin ‘Her şeyi bilen, her şeyi kontrol eden bir güç var. O bana yardım edebilir’ şeklindeki düşüncesi önemli.”
Prof. Dr. Tarhan, uygulanan üçüncü dalga metakognitif psikoterapi yöntemleri ve zihin üstü tedavilerin kişide zihinsel sığınaklarını keşfetmesinde yardımcı olmayı amaçladığını belirterek, herhangi bir şeye sığınabilenlerin yalnızlık duygusunu ve korku duygusunu kontrol edebildiğini kaydetti.
Yüce bir güce inanıldığı zaman üç şeyin olduğunu belirten Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Teselli değeri var, anlam katma değeri var, bir de kişinin o yaratıcıyla bütünleştiği zaman iç huzuru değeri.” ifadelerini kullandı.
– “Maneviyat duygusu kişiye huzur veriyor”
Prof. Dr. Tarhan, maneviyat duygusunun kişiye huzur verdiğini belirterek, “Maneviyatın kişiye kazandırdığı şey bütün isteklerinin karşılanması, bütün ihtiyaçlarının giderilmesi ve evrenle bütünleşme duygusu oluyor. Kişi bunu yaptığı zaman teselliyle yaşıyor, her şey anlamlı hale geliyor. ‘Evrende bir anlam var, tesadüfen gelmemişiz’ diyor ve en önemlisi kişi ölüme açıklama getiriyor.” değerlendirmesinde bulundu.
İnsan beyninin bir özelliğinin de hayal üretmesi olduğuna dikkati çeken Tarhan, şunları kaydetti:
“Bir canlıdaki beyin sadece yemek, içmek, barınmak, üremekle sınırlıdır. Ama insanın beyni soyut düşünceyle ilgilenir, kavramsal düşünceyle ilgilenir. Sembolik düşünceyle ilgili hayal kuruyor. Şimdi hayalleri sınırsız ama gücü sınırlı. Hayallerle gücü arasındaki sınırını belirlemek için beyinde gerçekliği test etme networkü var. Şizofrenlerde network bozuluyor. Bu network bozulduğu için onlar hayalle gerçeği ayırt edemiyorlar ama sağlıklı insanlarda bu network çalışıyor fakat kişi kontrol duygusu yüksekse beyindeki bu networkü bozabiliyor.
Kişi her şeye müdahale ediyor, kendi ruh sağlığına da karışıyor. Bu nedenle insanın maneviyatını devreye sokabilmesi için böyle durumlarda kendi gücünün sınırlarını iyi bilmesi gerekiyor. Kendi acizliğini, güçsüzlüğünü, zayıflığını anladığı zaman, ‘her şeyi bilen, her şeyi kontrol eden görünmeyen bir gerçeklik var’ diye inandığı zaman bu kişiler hayata anlam katıyor.”
Prof. Dr. Nevzat Tarhan, maneviyatın artık ruh sağlığının bir parçası olarak görülmesi gerektiğini belirterek, “Maneviyatı ruh sağlığının parçası olarak görmemek eski anlayış. Kişinin inanç sistemlerini devreye sokabilmesi, o kişi için rutin hayatını daha sağlıklı götürmesini sağlıyor. Herhangi bir yüksek değer ve güce sığınabilenler yalnızlık duygusunu ve korku duygusunu kontrol edebiliyor. Kişide eğer öyle bir duygu yoksa kişi tedaviye eksi birde başlıyor. Özetle maneviyat, psikolojik sağlamlığın bir parçasıdır.” ifadelerini kullandı.
No Comments