Doç. Dr. Furkan Kaya, Türkiye-NATO ilişkilerinin tarihini ve güncel gelişmeleri, AA Analiz için 3 soruda kaleme aldı.
- Türkiye’nin NATO hikayesi nasıl başladı?
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) tehdidine karşı atılan ilk adım 17 Mart 1948’de İngiltere, Fransa, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg arasında “Brüksel Antlaşması”nın imzalanmasıdır. Fakat dönemin en büyük askeri gücü Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) antlaşma dışında kalması uygun görülmeyince 4 Nisan 1949’da Kuzey Atlantik Antlaşması imzalanarak ABD de ittifaka dahil oldu.
Bu dönemde Sovyetler Birliği lideri Josef Stalin’in toprak ve Boğazlar üzerinde hak iddiası, Türkiye’yi ciddi milli güvenlik endişesine sürükledi. Truman Doktrini’yle beraber ABD ile yakınlaşmaya başlayan Türkiye, Sovyet tehdidini bertaraf edebilmek için Kuzey Atlantik İttifakı’na (NATO) üyelik çalışmalarına başladı. Türkiye, Batı blokunun güvenliğinin sadece Avrupa kıtasında değil, Akdeniz kıyılarını da içine alacak şekilde sağlanabileceğini sürekli vurguladı. Fakat özellikle İngiltere, Türkiye’nin ittifaka üye olmasından ziyade “Akdeniz ve Ortadoğu Komutanlığı” oluşumuyla ittifaka “çıpalanmasını” istiyordu. Türkiye’nin NATO’ya ilk müracaatı 1950’de gerçekleşti fakat başvuru reddedildi. 14 Mayıs 1950’de Demokrat Parti’nin (DP) iktidara gelmesi ve 25 Haziran’da Kore Savaşı’nın patlak vermesi, yeni iktidara üyelik yolunda önemli bir fırsat sağladı. Adnan Menderes ve Celal Bayar, Kore’ye 4 bin 500 kişilik Türk kuvveti gönderdikten sonra Türkiye 2. başvurusunu 1 Ağustos 1950’de yaptı. Fakat bu başvuru da NATO Bakanlar Konseyi tarafından reddedildi.
1951’den itibaren ABD, Türkiye’nin ittifakın güvenliği için tam üye olmasını düşünmeye başladı. Çünkü artan Sovyet yayılmacılığıyla NATO’nun güneydoğu kanadının güvenliği tam olarak sağlanmadan Sovyetlere, misliyle mukabelede bulunamayacağı anlaşıldı. Ayrıca Türk ordusunun Kore’de Kunuri muharebesinde Çinlilere karşı gösterdiği direniş ve Amerikan tugayının hayatını kurtarması, ABD’nin gözünde Türkiye’nin prestijini artırdı. Tüm bu etkenlerle Türkiye, NATO’ya 18 Şubat 1952’de resmen üye oldu.
- Türkiye’nin NATO için önemi nedir?
Türkiye sadece üyesi bulunduğu NATO için değil, diğer bölgesel ittifaklar açısından da son derece stratejik öneme sahiptir. Öncelikle coğrafi konumu itibarıyla Türkiye, Avrasya coğrafyasının köprübaşı ülkesi; Asya, Afrika ve Avrupa kıtalarının adeta menteşesidir. Yani Türkiye’nin jeopolitik derinliği NATO stratejileri açısından vazgeçilmez konumdadır. Bu durum Türkiye’yi, Batı’nın sınır ülkesi değil dünya jeopolitiğinin merkezi olmaya aday hale getirdi. Türkiye merkez ülke olduğunda, etrafında kenar ve köprü ülkeler oluşmaya başlamasıyla coğrafi etki sahası oldukça genişleyecek. Dolayısıyla NATO, özellikle Ukrayna savaşıyla Rusya’ya karşı cephe hattını genişletmek isterken kendi geleceğini Avrasya coğrafyasında görüyor. İşte tam da bu noktada Türkiye’nin milli çıkarları adına “grand strateji” oluşturması gerekiyor. Çünkü Türkiye’nin gücü sadece sınırlarıyla değil, etki sahası inşa ettiği coğrafyalarla ölçülecek. Her ne kadar Türkiye, NATO kaidelerini sonuna kadar yerine getiriyor olsa da maalesef NATO Türkiye’nin milli güvenlik sorunlarına cevap veremiyor. Terör konusunda Türkiye değerli bir yalnızlık içinde mücadele veriyor. Halbuki NATO “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz” demektir.
NATO diğer taraftan Avrasya stratejileri içinde Doğu Akdeniz’i içine alacak şekilde Büyük Orta Doğu’ya hakim olmak istiyor. Bu bağlamda Türkiye’nin coğrafi olarak Batı, Asya ve Afrika blokları arasında olması bölgesel olaylara geniş ve kuş bakışı bakma fırsatı sağlıyor. Demek ki Türkiye, NATO açısından ittifakın vazgeçilmez bir üyesi ve kaybedilemeyecek kadar stratejik bir bölgesel güç. Yeni dünya düzeninde artık uluslararası sistem çok taraflı denge arayışı içinde. Zorlayıcı ittifaklar yerine kısa dönem koalisyonlar göreceğimiz bir dönem içine girildi. Türkiye ise bu yeni süreçte “oyun kurucu” rolüne hazır olmalı.
- Son dönemdeki gelişmeleri düşündüğümüzde Türkiye’nin ittifak içindeki konumunu nasıl görüyorsunuz?
Son dönemde yaşanan gelişmeler gösteriyor ki dünyamız artık soğuk savaş kurumlarıyla idare edilemiyor. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi ve NATO neredeyse bütün bölgesel krizlerde zayıf pansuman tedbirlerden öteye gidemedi ve sınıfta kaldı. Örneğin Bosna’da, Filistin’de ve birçok bölgede Müslümanlar katledilirken bu kurumlar olaylara gerekli ölçüde müdahale etmedi veya edemedi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın BM Genel Kurulunda ifade ettiği gibi “Dünya 5’ten büyüktür.” sözü geleceğin en önemli mottosu olacak. Çünkü her geçen gün bu sözün ne kadar hayati olduğunu, dünyanın kaderinin beş ülkenin inisiyatifine bırakılmaması gerektiğini anlıyoruz. Örneğin, bir felaket anında dahi ilk müdahale için öncelikle büyükşehir yerine ilçe belediyesine müracaat ediyoruz. Dünya üzerinde yaşanan bölgesel sorunlara da ancak bölgesel organizasyonlarla çare bulunabilir.
Türkiye, Batılı ülkelerin hakimiyet teorilerinde yer alan Kalpgah (Avrasya) bölgesinin yakınında olması nedeniyle bir blok tercihine zorlanıyor. ABD, bir yandan Türkiye’nin kenar kuşaktan koparak Avrasya’ya entegre olmasından korkarken Rusya da Karadeniz, Doğu Akdeniz ve Hazar havzası stratejileri açısından Türkiye’yi yanında görmek istiyor. Batı, yeni bir “şark sorunu” inşa etmek isterken aslında doğuda yeni bir siyasi ve ekonomik güneş doğuyor. Türkiye’nin bir bölgesel güç olarak Türk-İslam coğrafyasında çıkarlarını koruması küresel aktörleri oldukça rahatsız ediyor. NATO içinde ve diğer üyesi olmadığı ittifaklarda bile farklı aktörlerle müzakere masasına oturabilen bir ülke olarak Türkiye, Balkanlar, Kafkaslar, Asya ve Afrika’da arabuluculuk rolü üstlendi. Ayrıca Ukrayna-Rusya savaşının üçüncü dünya savaşına dönüşmesini engelleyen hayati hamleler yaptı. Türkiye’yi NATO içinde güçlü kılan bir başka özelliği de dış politikasını, bölgesel sorunları çözme ve uluslararası düzeyde istikrarı sağlama çabaları olarak ikiye ayırabilmesi ve kompartıman diplomasisi içinde işbirliği ve çatışma alanlarına mesafe koyabilmesidir.
[Doç. Dr. Furkan Kaya, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi]
* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
No Comments